Amerika ve Avrupa’daki son eylemlerle tarihin kapısı aralandı

by Türkçe Haber Ajansı

SHAFAQNA- Jefferson’dan Trump’a Amerikan değerleri ve kölelik

Trump şiddetlenen tartışmaların ortasında, ABD’nin bağımsızlık günü kutlaması için ABD’nin sembol başkanlarının yanına Mount Rushmore’a koştu. Burada düzenlenen törende yaptığı konuşmada, “yeni bir aşırı sol faşizmin Amerika’nın tarihini ve değerlerini yok etmek istediğini” söyledi. Trump, “aşırı sol faşizm” tehlikesi söylemini kullanarak kendi tabanını tahkim etmek ve seçime doğru ilerlerken “sessiz çoğunluk” olarak adlandırdığı seçmen kitlesi üzerinde milliyetçi bir etki yaratmak istiyordu.
Demokrat Parti adayı Joe Biden salgın nedeniyle kampanyasını genelde evinden yürütüyor. Trump’ın bu konuşmasının ardından Biden’ın sözcüsü bir açıklama yaptı ve ABD’nin sadece kendi kazanımlarını düşünen bir başkan nedeniyle büyük acılar çektiğini, Trump’ın bu süreçte “ne hastaları, ne işsizleri, ne anayasayı ne de Amerikan askerlerini” hiç düşünmediğini söyledi.
ABD’de Demokrat Parti yanlısı basın ve politikacıların bir süredir sürekli olarak seslendirdikleri tüm Trump karşıtı argümanlar bu açıklamada yan yana sıralanmıştı. Trump’ın hiç düşünmediği “hasta ve işsizler” korona sürecindeki kötü yönetimin ürünüydü; “anayasa ve askerler” ise bir süredir Amerikan basınında devam eden Rusya ve Trump karşıtı bir kampanyanın unsurlarına işaret ediyordu.
İlk olarak New York Times gazetesine konuşan, ismi açıklanmayan bazı ABD “güvenlik yetkilileri”, Rusya ajanlarının Afganistan’da Taliban komutanlarına ABD askerlerini öldürmeleri karşılığında para verdiğini söylemişti. İsmi açıklanmayan “güvenlik yetkililerine” dayandırılan bu haber gündemi hızla kapladı. Washington Post, Wall Street Journal, CNN haber ve yorumlarıyla bu haberi pişirdi.
İddialara göre, “Putin’in kölesi konuma gelmiş Trump”, ABD askerlerinin öldürülmesine kılını bile kıpırdatmadığı gibi, ABD’nin Rusya’ya gerekli karşılığı vermesine de engel olmuştu. Trump için hep söylediği gibi, “Önce Amerika” değil sadece “Önce Trump” geçerliydi. Trump’ın yaptığı aslında “vatana ihanetti”…
Bu kampanyayı taçlandıracak bir “bomba” haber yine New York Times’tan geldi. Rusya sadece ABD’deki 2016 seçimine Trump lehine müdahale etmemişti, ötesi vardı, Rusya “tam 100 yıldır müdahale ediyordu” çünkü başka ülkelerin seçimlerine müdahale “1917’den beri Bolşeviklerin DNA’sında vardı”. (How Generations of Russians Have Tried to Influence American Elections, June 30 2020)
2016’da ABD yönetiminin yeterince “uyanık” olmaması nedeniyle Putin’in seçimi manipüle etme hamlesinin başarılı olduğunun vurgulandığı haberde, CİA tarihçilerinden aktarılan bilgilerle 100 yıldan kesitler yer alıyordu. 1948’de düzenlenen İtalya seçimlerinde, CİA’nın anti-komünist Hıristiyan Demokrat Parti’ye kazandırdığı seçim başarısının dinamikleri ve İtalya’da komünist yükselişin geriletilmesi süreci haberde iştahla aktarılan karşı-tarih örneklerinden biriydi.
Habercilerin CİA kaynaklarından aktardığına göre; CİA, İtalya’da yükselişte olan komünistleri geriletmek için bu ülkeye sadece “seçim sürecinde büyük paralar akıtmamıştı”, bunun yanı sıra, “bugünkü facebook dünyasını haber veren” bir tarzda Amerika’da yaşayan 10 milyon İtalyan’ı harekete geçirmiş, onların İtalya’daki akraba ve arkadaşlarına “komünizmin yarattığı büyük tehlikeleri anlatan” mektuplar yazmalarını sağlayan bir kampanya düzenlemişti. İtalya’daki seçim sonuçları, CİA tarafından büyük bir başarı olarak kabul edilmiş ve Soğuk Savaş’ta bu taktiklerin ihtiyaç duyulan her ülkede uygulanması için bir mutabakat oluşmuştu.
Bu ögeler haberde önemli bir CİA başarısı olarak ballandıra ballandıra anlatılıyordu. Bunlar doğruydu. Siyasal süreçleri bilen komünistler, Amerikan emperyalizminin komünizme karşı küresel savaşta bu unsurların tümünü ve çok daha fazlasını kullandığını biliyordu ancak haberde, doğal olarak fazlasından söz edilmiyordu…
Fazlası için İngiltere’nin Guardian gazetesine başvurulabilir. Guardian komünist bir gazete değil, İngiliz emperyalizminin liberal-demokrat kılıklı bir ideolojik savaş aygıtıdır… Ama ona bakalım…
Tarih: 26 Mart 2001.
O günkü Guardian haberinde, Milano’da bir otelde yaptığı açıklamalara yer verilen eski İtalyan Askeri İstihbarat Başkanı General Gianadelio Maletti, görevde olduğu dönemde Venedik’te faaliyet gösteren bir “sağ-kanat terör örgütü hücresinin patlayıcı maddeleri Almanya’dan temin ettiğini” keşfettikleri bilgisini veriyordu. Maletti yaptığı açıklamalarda, CİA’nın ABD hükümetinin yönlendirmesi doğrultusunda, İtalya’da sol yükseliş tehdidine karşı İtalyan milliyetçiliğini geliştirmek için sağ-kanat terörizmi desteklediğini ve bunu başka ülkelerde de yaptığına inandığını belirtmişti. Sözü edilen patlayıcı maddeler 1973 yılında Venedik’te bir dizi eylemde kullanılmış ve bu eylemler sonucunda pek çok İtalyan yaşamını kaybetmiş ve yaralanmıştı.
Bu bombalama eylemlerinin “ülkenin siyasi ağırlık merkezini sağa kaydırmak amacıyla düzenlendiğini” belirten Maletti, bombaların CİA’nın İtalya’da uyguladığı “gerilim stratejisi” kapsamında patlatıldığını ifade etmişti. Bunlar Maletti’nin açıklamalarıydı…
İtalya’da patlatılan bombaların kaynağını, Washington Post gazetesi çok daha önce 14 Kasım 1990’da duyurmuştu. Washington Post o dönem bu haberi rahatlıkla yayınlamıştı çünkü artık “komünizm tehdidi” sona ermiş, küreselleşme çağı başlıyordu. “Komünist şeytanın” yokluğunda artık omuzlardaki yükleri atmak, “dünya gerçekten değişiyor”, küresel barış ve istikrar çağına giriyoruz mesajları vermek gerekiyordu. Bu vazifeyi üstlenen Post haberi patlatmıştı:
“CİA Batı Avrupa’da Gizli Ordular Örgütlemişti”…
Haberde en yetkili ağızlardan anlatıldığı gibi, CİA’nın Soğuk Savaş döneminde Batı Almanya, Belçika, Fransa, Yunanistan, Hollanda, İtalya’da örgütlediği gizli ordular İsviçre ve İsveç’i de kapsamıştı. Bu ülkelerin yetkilileri kendi yasal mevzuatları ve ordu envanterleri içinde bulunmayan örgütlülük ve silahların ülkelerinde CİA tarafından organize edildiğini açıklamıştı. (CIA ORGANIZED SECRET ARMY IN WESTERN EUROPE)
O dönem bunların tümü “komünizm şeytanı” yüzünden zorunlu olarak yaşanmış sapmalar olarak sunuldu ve kabul edildi. Komünizm şeytanı artık var olmadığına göre, Batı bu sapmalardan kurtulup, demokratik ve özgürlükçü rotasına tam olarak dönebilirdi. 30 yıl sonra, dünyanın ve bu sapmalardan kurtulmuş Batı’nın tablosu tam karşımızda duruyor…
Amerika ve Avrupa’daki son eylemlerle tarihin kapısı aralandı ve tartışmalar şiddetlendi…
Amerikan liberal basını ve Demokrat Partili politikacılar son günlerde tek ses olmuş diyor ki; ey Trump!, ABD kurucu babalarını ve kurtuluş savaşını ağzına alma. Onlar ulusumuzun sembolleridir. Sen onları temsil etmiyorsun. Onlar sadece ulus ve özgürlük için mücadele ettiler. Senin onların arkasına sığınıp vatanseverlik yapma hakkın yok. Sen sadece kendini düşünüyorsun!
Peki ama, bu “kurucu babalar” kimlerdi ?  Gerçekte neyi temsil ediyorlardı? Bir Amerikalı tarihçi bu konuda sağlam bilgiler veriyor. Amerikalı tarihçi Jackson Main’in tahminine göre 1776 devriminden sonra -yani babaların özgürlüğün topraklarını kurmasından sonra- “büyük toprak sahipleri ve tüccarlardan oluşan beyaz nüfusun % 10’u, 1000 pound ya da daha fazla tutarında kişisel servet ile 1000 pound karşılığı bir toprağa sahipti ve bu kişiler ülke servetinin en az yarısı ile ülkedeki insanların 1 /7’sini köle olarak ellerinde tutuyorlardı.” “Kurucu babalar” esas olarak kendi servet ve kölelerini İngiliz sömürgeciliğinin müdahalelerinden korumak amacıyla savaşan köle ve servet sahipleriydi.
İngiliz sömürgeciliğine karşı Amerikan bağımsızlık savaşı başladığında, siyah köleler efendilerinin safında savaşa katılmak için “kurucu babalara” başvurdular. Çok küçük bir kısmına savaşa katılma izni verilirken, ezici çoğunluğu, silahlanmalarının yaratacağı ciddi tehlikeler göz önüne alınarak savaş dışı tutuldu. “Kurucu babalar” siyah kölelerinin kendi taraflarında dahi olsa silahlanmasını istemiyordu. Haksız da sayılmazlardı, namlu bu, ne tarafa döneceğini kim bilebilir ki? Siyah kölelerin efendilerinin savaşına katılma talebinin gerisinde ise efendilerine duydukları sevgi ve bağlılık değil, savaşın yaratacağı ortamdan kölelikten kurtuluşu çıkarma umudu yatıyordu.
Savaşın ilk evresindeki erken İngiliz zaferlerinde en önemli faktörlerden birisi, köleleri kontrol altında tutmak amacıyla kölelerin bulunduğu alanlarda görevlendirilen askerlerin savaş meydanlarındaki eksikliği idi. Bu yetmezmiş gibi, İngiliz Ordusunun Amerika’daki en üst düzey komutanının siyah kölelere efendilere başkaldırı karşısında özgürlük vaat etmesi durumu çok daha zorlaştırmıştı.
İngiliz komutanın bu vaadiyle, tüm köleler efendiler açısından potansiyel bir düşmana dönüşmüştü. Amerikalı efendiler için belirleyici olan İngiliz sömürgeciliğinin kontrolünden kurtulmak olduğu gibi, köle sahipliğini sürdürmenin koşullarını da garantileyecek yeni bir siyasi sistem yaratmaktı. Amerikan bağımsızlık savaşı zafer kazandı. Savaş sonunda kurulan demokratik cumhuriyette siyah köleliği olduğu gibi yerinde duruyordu. Savaşı kazanan “demokratik devrimciler” zincirlerinden kurtulmuştu ve şimdi hedef ülkenin yerli halklarını topraklarından sürerek yeni rejime toplumsal ve ekonomik dayanak noktası oluşturmak amacıyla topraksız beyazları da topraklandırmaktı. “Demokratik devrim” bir anda ülkenin yerli halklarının yok edilmesinin yakıtına dönüşmüştü.
jefferson
4 Temmuz 1776’da ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirisinin taslağını Thomas Jefferson yazmıştı. Bildirinin ilk cümlesi ilhamını Aydınlanma’dan almıştı ve “Bu doğruların açık olduğunu düşünüyoruz: bütün insanlar eşit yaratılmıştır; yaratıcıları tarafından onlara devredemeyecekleri kimi haklar verilmiştir; bu haklar arasında yaşama, özgürlük ve mutlu olma hakları vardır” şeklindeydi.
“Kurucu baba” Jefferson bunları yazmıştı ama bunları yazdığı sırada 600 kölesi vardı ve yaşamı boyunca köle sahipliğine devam etmişti. Aydınlanmacı “kurucu baba” yeni kurulan devleti Fransız kamuoyuna tanıtmak amacıyla yazdığı kitabında Afrikalı siyahlar için, “ister en baştan ayrı bir ırk olsunlar, ister zamanın ve koşulların etkisiyle ayrı bir ırk olmuş olsunlar, siyahlar bedensel ve zihinsel yeteneklerinde beyazlardan aşağı konumdadır” diyordu.
Böyle olduğu için, Haiti’de Fransız efendilerine karşı ayaklanan, silahlı mücadeleyle efendilerini adadan sürüp atan ve yeni özgür bir toplum yaratmaya çalışan Haitili siyah köleler karşılarında Amerika’nın “devrimci demokrat” köle efendisi Thomas Jefferson’ı da buldu.
Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nde ifadesini bulan ve 1776 sonrası inşa edilen, “üstün ırk demokrasisi” kavramına denk düşen bir siyasal modeldi, yani esas olarak efendiler için demokrasiydi. Bildirgede dile getirilen haklar, siyah köleleri ve topraklarından sürülen, kitlesel olarak yok edilen yerli halkları kapsamıyordu. Böyle olduğu için, mesela Houston Üniversitesi’nden tarihçi Profesör Gerald Horne, son kitabında 1776’nın beyaz Amerikalılar için kurtuluş ama siyah köleler ve yerli halklar için tam bir karşı-devrim anlamına geldiğini oldukça güçlü argümanlarla savunuyor.
Demokrat Partili politikacılar ve liberal basın sürekli olarak Trump’a sesleniyor: “Elini değerlerimiz üzerinden çek! Thomas Jefferson ulusumuzun ve değerlerimizin sembolüdür! Senin gibi bir despot ona sahip çıkamaz!”
Trump değerlere ve sembollere asıl kendisinin sahip çıktığını, Amerikan değerlerini “aşırı-sol terörizmin” tasallutundan kurtarmaya çalıştığını iddia ediyor. Kimin haklı olduğuna artık sizi kara verin…
Konu üzerine yazan solcu filozof Zizek’te son yazısında konuyu ele almıştı. Yazısında, Jefferson’ın tartışmalı bir siyasi figür olduğunu söyleyen Zizek, “evet, Jefferson’ın köleleri vardı ve Haiti devrimine karşı çıkmıştı fakat siyah özgürlüğüne giden politik-ideolojik temelleri de o hazırlamıştı” diyor. Zizek, “ve evet, Avrupalılar Amerika’yı ele geçirdiklerinde tarihin en büyük jenosidini” gerçekleştirdiler “ama bugün bu dehşeti Avrupa düşüncesinin kurduğu politik-ideolojik temelle tam kapsamıyla görebiliyoruz” diye ekliyor.
Haiti devriminin tarihini yazan devrimci düşünür C. L. R. James, kitabına “Siyah Jakobenler” başlığını koymuştu. Bunun nedeni, Haiti devriminin önderi Toussaint L’Ouverture’nin Fransız Devrimi’nin ideallerini benimsemesi ve devrimci eyleminde bu devrimden ilham almasıydı. Fransız burjuvazisi tıpkı Amerikan burjuvazisi gibi, kağıdın üzerine yazdıkları ile değil gerçekte ne tür pratikler uyguladığı çerçevesinde değerlendirilmeli.
Fransız devriminin “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik” sloganlarının sömürgelerdeki karşılığı, kesintisiz “sömürü, zulüm, işkence” idi. Fransız kır ve kent emekçileri devrimin bu sloganlarını ciddiye alıp bunların hayata geçmesi için ayağa kalktığında yaşanan; 1848 Paris’inde ya da 1871 Paris Komünü’nde olduğu gibi akıtılan oluk oluk emekçi kanı olmuştu.
L’Ouverture Fransız devriminin sloganlarını ciddiye alıp, bunların yaşama geçmesi için eyleme kalkıştığında yaşananlar pek farklı olmamıştı, bu kez akıtılan oluk oluk siyah köle kanıydı. L’Ovurture kuşkusuz Fransız devriminin sloganlarını benimsemiş, bu sloganları kendi eylemine temel almıştı ancak onun önderlik ettiği ilk köle ayaklanması değildi; onun önderlik ettiğini ayrıcalıklı kılan, başarılı olan ve köleci efendilerin boyunduruğunu söküp atan ilk köle ayaklanması olmasıydı.
Siyah köleler özgürlüklerini kazanmak için sürekli ayaklanmıştı; tıpkı köle sahibi efendilerin bu ayaklanmaları ezmek için sürekli teyakkuzda olması gibi. L’Ovurture Fransız devriminin sloganlarını benimsemişti ama siyah köleleri Haiti’de zafere götüren Fransız devriminin sloganları değil, öncesi ve sonrasıyla onların bitimsiz mücadelesiydi.
Amerika’daki siyah kölelerde özgürlüklerini köleci Jefferson’ın kağıt üzerine yazdıklarının açtığı yoldan değil, bu kağıda yazılanlardan önce ve sonra yürüyen kendi sürekli mücadeleleriyle açtıkları yoldan kazanmışlardı. Tabii tüm bu mücadeleler sonunda artık neyi ne kadar kazandılarsa? Gün ortasında sokakta polis tarafından boğularak öldürülen Floyd’un, ya da korona salgınında kitlesel olarak can veren siyah Amerikalılar’ın “sıradanlığı” sanırız neyi ne kadar kazandıklarının anlaşılması için yeterli veri sunuyor. “Siyah özgürleşmesinin” ne menem bir özgürleşme olduğunun kendisi başlı başına bir tartışma konusudur.
Jefferson yukarıda alıntıladığımız cümleyi yazdığında, daha sonra acımasızca yok edilecek Amerika’nın yerli halkları kendi geleneksel sosyal örgütlenme ağları içinde zaten “eşit, özgür” bir yaşam sürdürüyordu. Toplumsal farklılaşmanın henüz çok zayıf bir düzeye sahip olduğu, sınıf ve devletin yerleşmediği bu topluluklar, doğal olarak özel mülkiyet ve servet biriktirme hırsını da bilmiyordu. Onlar uygarlığın bu vazgeçilmez meyveleriyle soykırımcı uygar Amerikalılar aracılığıyla tanıştılar; onlar için uygarlığın ve özgürlüğün meyvesi toptan yok olmaktı.
Tarihi çarpıtmak sadece burjuvaziye özgü bir eğilim değildir; köleleştirilmiş Afrikalı siyahların kuşaklar boyu devam eden kurtuluş mücadelesinin sonucunu Jefferson’ın kağıda yazdıklarına bağlamak da önemli bir tarih çarpıtmasıdır. Burjuvazi tarihi çarpıtır çünkü sınıf egemenliğini meşrulaştırmak için buna ihtiyacı vardır; tüm tarihi kendi sınıf perspektiften yeniden yazmak ve bunu kitlelere benimsetmek onun öncelikli ve sürekli ideolojik savaş hedeflerindendir. Bu nedenle, burjuvazinin sınıf düşmanları da tarihi bir “savaş alanı” olarak kavramalı, yaşanmış tarihin sınıfsal gerçeklerini güncel mücadelenin mühimmatı haline getirmelidir.
 Harriet-Tubman
Son paragrafla bu yazıyı bitirdikten sonra, Jefferson’ın 6. kuşaktan torunu Lucian K. Truscott tartışmalara New York Times gazetesine yazdığı bir yazıyla katıldı.
Yazısında, Jefferson’ın bildirgedeki sözlerini hayata geçirmek için hiçbir adım atmadığını, bir kölesinden doğan kendi 6 çocuğunu dahi özgürleştirmediğini vurgulayan Truscott; Jefferson’ın anıtının yerini Amerikan İç Savaş’ında Kuzey Ordusunda savaşan kadın köle Harriet Tubman’ın anıtının almasını öneriyor. Truscott, Amerikan ulusunu yaşamı boyunca köle efendiliğini sürdürmüş birinin değil, özgürlüğü için savaşan bir kadın kölenin temsilinin tarihsel gerçeklere ve hakkaniyete çok daha uygun olduğunu düşünüyor.

Şunlar da hoşunuza gidebilir

YORUM YAP

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.