Şia canlı ve yaşayan bir inanç / Annem, Şii olmuşsun bir daha evine gelmem, dedi.

by Türkçe Haber Ajansı

Av. Adnan Ulutaş ile Şiilik Sünnilik Üzerine Söyleşi – 2

 Shafaqna: Sonra ne oldu? Hatemi hocaya gidip savunmanızı yaptınız mı?

Adnan Ulutaş: Savunmamızı yaptık. Hatemi Hoca kabul etti; fakat tabi o zaman Hatemi Hoca benim Şiiliğe geçtiğimi bilmiyordu. Elbette o zaman henüz Şii olmamıştım da ama düzeltmiştim; yani Şia’nın anlayışını düzeltmiştik. İşte Muaviye hazret demeyi tezden çıkartmıştık. İşte orada eleştirileri de koyduk. Hoca kabul etti. Ama hoca dedi ki eğer eserin  yayınlanacak ise sakın oğlum basma, bir sürü sıkıntılı kitaplar var onlardan birisi olur. Sen eğer çok basmak istiyorsan bana önce getir ben bir gözden geçireyim ondan sonra basarsın, dedi. Aradan zaman geçtikten sonra tezi hocaya teslim ettim. Sonra hoca tamam oğlum basabilirsin, dedi. Fakat ondan sonra ben basmaktan vazgeçtim. Irak ve Suriye’de Işid halifeliği çıkmıştı; ben de lüzumu yok dedim.

Shafaqna: Ehlisünnet dünyasında şuandaki Şiiler konusunda, Irak olsun İran olsun Lübnan olsun, bir cehalet var değil mi? Yani gerçekten Şia’nın namaz kıldığını, oruç tuttuğunu, hacca gittiğini bilmeyenler çok galiba?

Adnan Ulutaş: Çok büyük bir cehalet var. Mesela ben bizzat kendim yaşadım; anneme gidip söylemişler ki oğlun Alevi oldu. Annem bir gün geldi ve dedi ki bir daha senin evine gelmem. Noldu, dedim. Dedi ki sen Şii olmuşsun. Ben de anne dedim, Alevi olmak ne mübarek şey; keşke  Alevi olsak. Alevilik çok büyük bir mükafat, dedim. Alevi demek Hazreti Peygamberin  soyundan gelmek, Hazreti Ali’nin soyundan gelmek, onun yolundan gitmek demektir; keşke Alevi olabilsek. Bunun  karşılığı Emevi olmak demek, dedim.

Annem çok kızdı bana. Tabii ona Alevi deyince içki içen, namaz kılmayan, din ile alakası olmayan insanlar aklına geliyor. Hüseyin Hatemi Hocaya söyledim ki hocam, annemin çok kalbi kırıldı, ne yapmalıyım? O da anneni bizim toplantılara getir, dedi. İşte o zaman sizin iftara getirdim, Eyyüp Sultan’a götürdüm. Annemin fikir yapısı değişti elhamdülillah.

Annem, valla gerçek Müslümanlığı onlarda gördüm, bizden daha iyiler, dedi. Ama dedi ki beni mazur gör, ben Hanefi mezhebinden vaz geçemem, bu yaştan sonra değiştiremem, dedi. Ben de dedim ki önemli değil; sen Hazreti Ali hakkında Allah’ın halifesi olduğunu, imam olduğunu, onun evladı olan İmam Zaman’ın şuanda aramızda yaşadığını, zamanın imamı olduğunu ve onun biatini kabul ettikten sonra sorun yok. O da bunları kabul etti.

Shafaqna: Şii dünyasına bir özeleştiri yapmak isteseniz; davranışları, hareketleri veya tebliğlerinin az olması, halkın içinde olmaması gibi ne söylersiniz?

Adnan Ulutaş: Ben İran, Irak veya Lübnan’da yaşamadım, bilmiyorum; fakat bu memleketlere dışarıdan baktığım zaman, mesela İran’da 1980’den sonra devlet kurulmuş ve ondan sonra da başına gelmeyen bela kalmamış, Irak’ta bir sürü musibet var şuanda, Suriye’de de öyle, Lübnan’da öyle; ama buna rağmen buralarda Şii toplumunun inancından vazgeçmediğini görüyorum. Aslında eleştirilecek fazla bir şey de bulamıyorum.

Bizim Ehlisünnet’e bakıp mukayese ettiğimde, Ehlisünnet’in bir sürü alimleri var, arkasında devlet var, onlara bir sürü para akıyor; fakat Şia canlı, yaşayan bir din. Bizim Ehlisünnet ise kadavraya dönmüş, ancak kadavra üzerinden operasyon yapıyorlar, sonuçta bir şey olmuyor, canlanmıyor ceset. Ama Şia yaralanmış olmasına rağmen canlı.

Ben bunu Ehlisünnet arkadaşlara söylüyorum, kızıyorlar bana. Ben de öyle olmadığını söylüyorum. Şiiliği yaşamayan, Caferi fıkhını yaşayaman, şiarlarını yapamayan insanlar da aslında yapamamaktan dolayı muztaripler. Ben bir ara Twitter’dan yazıyordum, şimdi İnstagram’dan yazıyorum. Orada Iğdırlı ve Karslı arkadaşlar bana ulaşıyordu. Ne mutlu size! Biz de yaşamak istiyoruz, diyorlardı. Yani kopsa bile, dönüyor, tam kopmuyor.

Shafaqna: Yani elimizde olan imkanlarla Türkiye’deki Caferileri başarılı mı görüyorsunuz?

Adnan Ulutaş: Elbette Şia’nın şu eksikliği var; o da kurumsallaşamamak. Kurumsallaşmamanın bir eksikliği var, ama o da onun suçu değil; çünkü arkasında devlet yok. Şuan İran bir devlet oldu, onun da başı bir sürü dertte. Mesela Irak da bir sürü sıkıntılarla başbaşa. Orada Ehlibeyt’i ve Şia’yı yok etmek için Işid denen bir şey icat ettiler. Biz bile İstanbul’da korkumuzdan sustuk, kendimizi sakladık. Öyle biz zamanda Şia olduk ki mesela Suriye meselesinde taraf olamadık, sesimizi çıkartamadık. Burada bir haksızlık var; orada Alevileri öldürüyorlar; Şia’yı öldürüyorlar. Ama tam tersine bir durum yarattılar. Müslümanlar arasında fitne çıkarmak için Suriye olaylarını kullandılar. Şimdi yeni fitneler peşindeler.

Shafaqna: Kıble ehli olarak bir araya gelebilme, bir masada oturabilme imkanımız yok mu? Ne yapmak lazım?

Adnan Ulutaş: Gelme imkanımız var, ama bizim Ehlisünnet’in alimleri, Cübbeli gibi, kötü niyetli insanlar buna izin vermiyorlar. İnsan isterdi ki bunlar iyi niyetli olsun. Ben el-Müracaat kitabını okumuştum. Bu kitapta Lübnanlı Şii alimle el-Ezher üniversitesinin hocası ne güzel yazışmışlar! El-Ezher üniversitesinin hocası gerçekleri kabul ediyor.

Bizde bir diyaloga girme imkanı yok. Mesela benim ilahiyattan tanıdıklarım var; onlarla oturup konuşamıyorum. Bazı sorular soruyorum, hiç konuya bile girmiyorlar. Girdikleri zaman da konu hakkında bilgisi yok, aynı şeyleri tekrarlayıp duruyorlar. Ben zamanında İhsan Eliaçık’ı dinlemiştim; şu meşhur mealci arkadaş. Birgün kitap fuarında konferansı varmış, dinledim hoşuma gitti. Bizim söylediklerimizi sanki söylüyor. Ne güzel kendim gibi birini buldum, dedim. Tabi ben o dönemde henüz karar veremiyorum, kendime suç ortağı arıyorum. Geçeceğim ama benim gibi birisi geçmiş olsun ki ben rahatlayayım. Yanlış bir iş yaptığımı sürekli şeytan içimde söylüyor. Yanına gittim dedim ki hocam, tebrik ediyorum; siz Şia mı oldunuz? O da ne münasebet, dedi.

Dedim ki ama böyle böyle eleştirdiniz! Dedim ki Kadir-i Hum ve Sakaleyn Hadisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Baktım bana Ehlisünnet’in söylemlerinin aynısını söylüyor. Ehlisünneti yerden yere vuruyor, Emevi İslam’ı yerden yere vuruyor, fakat sahabeyi Ehlisünnet bakış açısıyla aynen anlatıyor. Kadir-i Hum hadisini nasıl yorumluyorsunuz, diyorum. Diyor ki işte Hazreti Ali (a.s) Yemen’de valiydi. Gelirken ganimet mallarından kıyafetleri arkadaşları giymiş, o da razı olmamış ve kıyafetleri zorla üzerlerinden çıkarmış. Onlar da gitmiş onu peygambere şikayet etmiş. Peygamber Efendimiz de Hazreti Ali’ye düşmanlık olmasın diye onu yanına çağırmış ve demiş ki “Ben sizin dostunuzum, Ali de benim dostumdur. Kim Ali’yi dost edinirse o da benim dostumdur.” Bu Ehlisünnet’in bildik anlayışı.

Enteresan bir şey; gerçekten Allah’ın lütfu ki ben geçebildim, yoksa çok zor gözüküyor maalesef. Ama ortak kıble olarak iyi niyetli hocalar olursa, niye olmasın! Kanımca var ama onlar da cesaret edemiyorlar birçok şeye.

Ama büyük bir cehalet var. Mesela benim hanım; o da benden birkaç yıl sonra mektebe geçti. O da haksızlığa razı olmadı. Ben ona anlattım, dinin sahipleri Ehlibeyt’tir, dedim; Peygamber Efendimizin hayatını en iyi kim bilebilir, dedim. Hazreti Fatıma anamızdır, Hazreti Hasan ve Hüseyin’dir, dedim. Dışarıdan Ebu Hureyre mi bilecek Peygamber Efendimizin ev hayatını, yaşayışını, ne yiyip ne içtiğini, nasıl hareket ettiğini, yoksa Hazreti Fatıma annemiz mi, Hazreti Ali mi bilecek? Ama bak dedim, biz bütün ibadetlerimizi ve dinimizi Ebu Hureyre’nin ve diğer sahabenin sözlerine göre tanzim etmişiz. Halbuki ev halkının hal ve hareketine göre hareket etmemiz lazım, dedim.

Hanım da onların sohbetlere gidiyordu. O da dikkat etmiş bakmış ki, tüm sahabelerden konuşuyorlar ama hiç Hazreti Fatıma’dan Hazreti Hasan’dan ve  Hazreti Hüseyin’den bahsedilmiyor. O da farkına vardı, o da bir haksızlığın olduğunu gördü. Elhamdülillah hanım da üç çocuğum da Caferi fıkıhına girdi.

Ben kendimi frenliyorum Türkiye’de. Ben diyorum ki böyle bir hazineyi buldum; bu hazineden çevrem, arkadaşlarım faydalansın, diyorum; fakat sonradan farkına vardım ki bu karşı tarafda bir reaksiyona sebep oluyor, insanlar kendilerine hakaret edilmiş gibi hissediyorlar. Çünkü onların kutsal kabul ettiklerine eleştiri getirmiş gibi oluyoruz; o yüzden ben de artık mecazi konuşuyorum ya da bu konuyu dolaylı yollardan anlatıyorum.

Benim bir avukat arkadaşım vardı. Ben kendisine bunu anlattığımda baktım gözleri yaşardı, kucakladı öptü beni. Meğer o da Kars’tan arkadaşımızmış. Dedi ki ben yıllardan beridir Caferi fıkhındayım, sizden gizliyorum. Yanınız da bile namaz kılarken mecburen sizin gibi kılıyordum. Şimdi benim derdimi anlamış oldun, dedi. Camilerde zorluk çekeceğimi söyledi. Gerçekten de öyle oldu. Camiye gittiğimizde kıyıda köşede namaz kılmaya çalışıyoruz. Cemaat içerisinde çok müdahale ediyorlar. Mesela biz elimizi bağlamadığımızda yada secde’de önümüze bir kağıt parçası, peçete koyduğumuzda hemen gelip soruyorlar; niye sağına soluna selam vermedin, niye şöyle böyle yapmadın diye.

Shafaqna: Yani mahalle baskısı var. Siz avukatsınız; laik ve demotratik bir cumhuriyette olmamıza rağmen Ehlisünnet baskısı var, değil mi?

Adnan Ulutaş: Demokrasi yok. Bizde cami cemaati çok rahatsız edici, müdahale edici. Şafii  mezhebinden olsanız bile rahatsız oluyorsunuz. Ne yazık ki bizim cami cemaatinde o kültür yok. Belki eskiden olabilir, ama şimdi yok. Ben meşhur İbn Batuta tarihini okudum. Osmanlı daha beylikken Anadolu’ya geliyor. Antalya’da bir Türk beyliği tarafından karşılanıyor. Camide namaz kılarken, Maliki mezhebindenmiş, Suudi Arabistan’da onlarla çok karşılaştım, namazlarını eli açık kılıyorlar, Rafizi diye üstüne saldırmışlar. Bu, İbn Batuta’nın hatıratında var. Daha sonra cami imamı müdahale ediyor ve durun durun, diyor; bu adam Rafizi değil, Maliki mezhebinden, ellerini bağlamaz Malikiler, diyor.

Daha on ikinci, on üçüncü asırda böyle bir anlayış var. O hiç değişmemiş maalesef. İnşallah değişir. Türkiye’de azınlık olmuş oluyorsunuz; azınlıklara da fazla söz hakkı yok malesef. Eğer Ermeni, ya da Musevi iseniz fazla karışmıyorlar sana; ama Ehlisünnet sizi rakip gibi görüyor ve onun için daha fazla endişeleniyor. Yani sanki  kendi inancına paralel bir inanç gibi görüyor ve onu yok etmeye çalışıyor. İnşallah zamanla bu durum düzelir diyelim. Allah gönüllerimizi birbirine muhabbetli etsin.

Shafaqna: Hocam! Bu faydalı söyleşiden dolayı çok teşekkür ederiz.

Röportajın 1. Bölümü için tıklayın:

Şia canlı ve yaşayan bir inanç / Annem, Şii olmuşsun bir daha evine gelmem, dedi.

www.tr.shafaqna.com

YORUM YAP

Bu site reCAPTCHA ve Google tarafından korunmaktadır Gizlilik Politikası ve Kullanım Şartları uygula.

The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.